23 Ağustos 2013 Cuma

Kaçak Oyuncuları - Yüksel Ünal

Büyük bir merak ve ilgi ile beklenen ve tanıtım fragmanının yayınlanması ile bile çok büyük ilgi çeken ''Kaçak Dizisi'' oyuncu kadrosu gittikçe zenginleşmektedir. Bu arada oyuncu kadrosuna dahil olan bir yeni isim ise ''Yüksel Ünal'' oldu. Kendisine yeni dizisinde başarılar diler ve Kaçak dizisinde kendisinin canlandıracağı karakteri merak eden izleyicilerimizin kendisine yorumlarını bu başlık altında paylaşmasını rica ederiz. Ayrıca oyuncumuzun hakkında daha detaylı bilgileri sizlere aşağıda sunuyoruz.

Kaçak Oyuncusu ''Yüksel Ünal'' Kimdir?

145 kilo ağırlığında, 1,87 boyunda, kendisiyle barışık bir kişi, oyuncu Yüksel Ünal.. Muhteşem Yüzyıl’ın ‘Şekerağa’sı… İzmir’in taze ünlülerinden. Samimi, güler yüzlü, hoş sohbet… Daha da önemlisi Türkiye çapında üne ulaşmasına rağmen mütevazı, hala içimizden biri… Gününün önemli bir bölümünü belediye otobüslerinde halkla iç içe geçiriyor örneğin. Yüksel Ünal, hafta başında Karşıyaka Rotary Kulübü toplantısına konuşmacı konuk olarak katıldı. Stand-Up tadındaki konferansında yarım saat boyunca rotaryenlere kendisini pür dikkat dinletti. Yüksel Ünal, “İzmir’de ünlü olmak’ başlıklı konuşmasında, hayatından kesitler sunmayı da ihmal etmedi. Uzatmadan Yüksel Ünal’ın konuşmasından ilginç bulacağınızı umduğumuz kesitleri birebir sunuyoruz: “Şöhret çok keyifli bir şey tabii ki. Keyfini doyasıya çıkarıyorum. Benimle her fotoğraf çektirmek isteyene hemen ‘tabi-tabi çekilebiliriz’ diyorum. Geçen akşam küçük bir hayranımla belediye otobüsünde fotoğraf çektirdim mesela. Körüklü otobüsün önünde, o minicik, ben bu kocaman cüssemle poz verdik objektife. İlginç bir görüntü oldu kuşkusuz.
ÜÇ GÜNDE DOĞMUŞUM
Çocukluğumdan beri şişmanım. Doğum tarihim bile 5-6-7 Temmuz… Üç gün sürmüş yani doğumum. Hatta doğum sırasında beni tutup, annemi sıyırmışlar. Annem dikişleri patlar diye bir süre kucağına alamamış beni. Anneme 10 yaşına kadar ‘teyze’ dedim. Anne yarısı gibi duruyo çünkü. Ufak tefek… Öyle minicik, tostoparlak. Bayramda komple öpüp koltuğa koyuyorum, o kadar yani…
 GÜREŞMEDEN ŞAMPİYON
 80′li yıllarda Türkiye’ye gelmiştik. O zamanlar benim fiziğimde adam yok… Orta 2′ye giderken rakipsiz Türkiye Şampiyonu oldum güreşte. Hayatımda güreş minderi görmeden hem de. 74 doğumlu, 91 kilo bir rakip bulunamadıklarından madalyayı taktılar boynuma. Çok şaşırdım. Şiir okumaktan başka bir şey yapmayan ben, Türkiye şampiyonu olmuştum. Kemeraltı’nda ya da Çiğli’de gezinirken beni nirengi noktası gösterip adres tarif edenler oluyordu. Onlar neyse de bir arabanın beni sollarken sinyal vermesi çok zoruma gitmişti.
ŞÖHRETE İLK ADIMLAR
Televizyon serüvenim ‘Yol Arkadaşım’ dizisiyle başladı. Bir Ege dizisiydi… Benim için çok heyecan vericiydi. O döneme kadar sürekli tiyatro yapmıştım. Ama kimsenin tanıdığı ettiği yoktu beni. Dizi ile tanınmak, şöhret olmak büyük keyif kattı yaşantıma. Yürüyüşünüz değişiyor. Bakışınız değişiyor, ister istemez kibarlaşıyorsunuz… Ha eskiden çok mu serseriydim, her yerde bağırıp çağırıyor muydum, hayır…. Ama bu şöhret olma durumu, mesela yol boşken bile benim için yeşil yanmadan karşıya geçmemek demek oluyor. Çünkü herkes size bakıyor.
- Şekerağa kırmızıda geçti leynnnn… demesinler diye dikkat kesiliyorsunuz ister istemez. Ya da bir kafeteryada otururken şöyle arkadaşlarınla yayılamıyorsun.
- Kardeşimmm benimmm!.. diyemiyorsun, daha kibar, daha ağırbaşlı oluyorsun.
Öte yandan hayat devam ediyor. Kabul etmeliyiz ki gazetelerde okuduğumuz işte “Polat Alemdar bölüm başına şu kadar alıyormuş”lar bize çok uzak konular. Bir oyuncu olarak evet, Muhteşem Yüzyıl’da oynayarak evimi geçindirebilirim. Fakat inanın bu çok lüks hayatlar, insanüstü paralar anlamına gelmiyor. Kazananlar var evet, zaten onlar kazanmalı da…
 KARTVİZİTLİ HAYAL KIRIKLIĞI
Ben oyunculuğa devam ederken öte yandan hayatımı da kazanmalıyım. Oyunculuğun yanı sıra grafikerlik yapıyorum. Birkaç firmanın reklam işlerini üstlenmiş durumdayım. Kartvizitleri oluyor, broşürleri oluyor… Bir yandan bu işleri devam ettirirken, Şekerağa’yı elinde kartvizit kutusuyla görenler biraz hayal kırıklığına uğrayabiliyor tabii ki… Ama benim oyunculuğumun beslendiği yer olarak. Çünkü ben bir alaylıyım. Bugün Halit Ergenç gibi para kazanıyor olsam da inanın araba almaya pek sıcak bakmıyorum. Çünkü hayatın içinde olmak, belediye otobüslerindeki hayatı gözlemleyebilmek, Hisarönü’nde bir çay içmek, Kemeraltı’nda gezinmek benim için beslenme noktaları.
 İŞİ ASIP TRENE BİNDİM
Geçenlerde birçok erkeğin yapmak isteyip de yapamadığı bir şeyi yaptım. İlk aklınıza geleni hemen unutun beyler… Bir cumartesi günüydü ve dedim ki…
- Gitmiyorum lannn, işe gitmiyorum, dünya mı duracak? Dursun…
Çünkü sürekli monitöre bakmaktan, hayat benim için artık 17 inç, ve tanrı Philips zannediyorsun….
- Yeter, dedim…. İnsan hiç uzakları özler mi? Ben özledim. Ve ilk trene atlayıp 4 liralık biletle Elifli durağına gittim. Trenin büyük penceresinden dünyayı seyrede seyrede yolculuk etmeye başladım. Tanrım ne güzel şeydi o…
Elifli’nin adı çok güzeldi bir kere… İki ince yol vardı, birini seçtim. Nereye gitsem deliler beni hemen bulur. Deli çeken bir yanım vardır. Bırakın köy kahvesini otobüste bile bulurlar beni. Bir gün biri direkt geldi yanıma:
- Saat aldım hanıma 1 milyona. dedi.
- Öyle mi… Bakimm….
Hemen başladık muhabbete… Neyse köy kahvesinde oturdum bir masaya. Arabalar geçiyor. Bir çay söyledim. Adamın biri yanıma sokuldu, ‘mahsül’ diyo, ‘evcümen’ diyo, ‘aza’diyo… Bişey diyo ama anlayamıyorum bir türlü.
 KAKK LEYN
 Sonra kahveci geldi.
- Kakkk leyn, dedi, kaakkk çabukkk hadi….
Onu kovaladı. İşte o anladım köyün delisi olduğunu. Oysa ben sürekli muhabbet etmeye çalışıyorum. Orda otururken, benim geliş buraya nedenim neydi diye düşündüm.
- Çok bunalmıştım hayattan, şöyle bir baktığımda kendi hikayeme, evlendim, bir çocuğum var. Ahmet’in ufak oğluyum ben. Ne yaptım bu hayatta, ne anladım?….
Bakıyorum, bunalıyorum, geleceğim nokta bu muydu? Orda otururken bir tane amca var. 70′li yaşlarda. Çok az bir sakalı var. Bembeyaz. Berbere küfür ediyor.
- Açsana camı, tıraş olacağım.
Baktığınızda bu adam 70 yaşında ve berbere tıraş olacağım diye küfrediyor. Neden? Günlerden cumartesi, kesin torunları gelcek, gelini, oğlu, damadı gelcek… Öpecekler onu… Yakışıklı görünmek istiyor… Hayata asılıyor. İşte o gün yıllardır okuduğum şiirin klibini gördüm. Hani diyor ya Nazım… Yaşamak şakaya gelmez, Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın. Bir sincap gibi mesela. Yani yaşamanın dışında ve ötesinde hiç bir şey düşünmeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı. 70′in de bile zeytin dikeceksin. Hem de öyle torunlarına miras kalsın diye değil… Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için…
HAYAT DERSİ
O arada kendine bakıyorsun..
- Çok bunaldım bu hayattan…
Yaşı 35 olan ben.
- Kalk…
Kendi kendime bir kızdım. Kalktım yerimden ve döndüm. O günden beri daha mutluyum, daha keyifliyim. Anladım ki aslolan hayattır. Ne bileyim arabam olsaydı, ya da çok ünlü olsaydım ben o Elifli Köyü’ne asla gidemeyecektim. İşte bu yüzden biraz ünlü olmanın avantajlarını en azından şimdi yaşamaya çalışıyorum.
İzmir, mahremimdir!
İzmir’de ünlü olmak gerçekten çok keyifli bir durum. İnsanlara örnek olmaya çalışıyorsunuz. Herkesin gözü sizin üzerinizde. Daha iyi işler yapmak ve daha iyi yerlerde olmak istiyorsunuz. Bunlarla birlikte hayatın içinde, İzmir’de olmak inanılmaz güzel bir şey. Bana genelde şu soru soruluyor:
- İstanbul’a yerleşmeyi düşünüyor musun?
Bunu herkes isteyebilir. Fakat kendi adıma bir coğrafyada bir toprak parçasının milliyetçiliğini yapacak değilim ama şöyle bir gerçek var.
Sivas kangal köpeği için Sivas neyse, Isparta gülü için Isparta neyse, ezine peyniri için Ezine neyse, İzmir benim için o… Yani evet, İstanbul’a yerleşebilirim, orada 9 ay kalabilirim. Fakat cümle içinde İzmir’i şöyle kullanırım.
- Abi iki aylığına İzmir’e döneceğim…
Çünkü İzmir benim döndüğüm yerdir. İstanbul gittiğim yerdir. Yıllarca kalsam da İzmir dışında bir yerde, İzmir’e dönerim. Çünkü İzmir benim pijamalarımı giydiğim yerdir, burası benim mahremimdir. O yüzden evet İzmir’de ünlü olmak çok güzel ama hava atmak imkansız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder